2 Şubat 2023 Perşembe

(BCP Ocak) Sol Ayağım - Christy Brown (Kitap Tanıtım ve Yorum)

BCP (Blogları Canlandırma Projesi) kapsamında iki yılı arkamızda bıraktık. Bu yıl da etkinliğimize devam ediyoruz. Etkinlik için her ay bir tema belirliyoruz ve o temaya uygun film-dizi-kitap üçlüsünden en az birini izliyor-okuyoruz. Ay sonunda yorumlarımızı yayınlayıp, birbirimizin bloglarını ziyaret ederek trafiği ve aktifliği arttırmayı planlıyoruz. Detaylı bilgi için tıklayın. Etkinliğe katılmak isterseniz yorumlarda belirtin. :) (Etkinliğe katıldıysanız diğer üyelerin yazılarına yorum bırakmayı unutmayın.) Ocak ayının teması Gerçeğe Dayanan Olaylar, Biyografiydi. Anı ve Hatıraların da kabul göreceğini söylemiştik. Ne okuyayım diye düşünürken ilk aklıma gelen Bir Bedenin Gerçeği kitabı oldu. Üç sene olmuş okuyalı ama hala etkisi devam ediyor üzerimde. Çok akıcı bir kir kitap değildi ama kafamı karıştırıp pek çok şeyi sorgulatmayı başarmıştı. (Bir Bedenin Gerçeği kitabının yorumu için tıklayın.) Ben bu tema kapsamında Christy Brown un Sol Ayağım kitabını okudum ve bayıldım.

(Doğuştan beyin felçli olan Christy Brown, konuşmasını ve hareketlerini kontrol edemiyordu. Ama zekâsı ve cesareti onun okuma ve yazmayı, resim yapmayı ve daktilo kullanmayı öğrenebilmesini, hatta bu kitabı yazabilmesini sağladı.
Christy Brown, kendi yaşam öyküsünü kaleme aldığı bu kitabında bütün bunları öğrenebilmek için sol ayağını kullanarak nasıl büyük bir mücadele verdiğini ve hayata nasıl tutunduğunu anlatıyor. Sol Ayağım, Christy Brown’ı Daniel Day-Lewis’in canlandırdığı aynı adlı, çok başarılı bir filmle beyaz perdeye de uyarlanmıştır.)

Kalabalık bir ailede dünyaya gelen yazarın (beyin felci sebebiyle) engelli doğduğu kısa sürede ailesi tarafından fark edilmiş. Elleri sürekli bir şekilde yumruk şeklinde kapalı olması, boynunu sabit tutamaması, konuşamaması gibi pek çok sorun yaşayan karakterimizden herkes ümidini kesse de annesi asla ondan vazgeçmemiş. Bedensel engeli olsa da zihinsel bir engeli olmadığını düşünen annesi bulduğu her fırsatta ona yeni bir şeyler öğretmek için çabalamış durmuş. Asıl macera ise 6-7 yaşlarına geldiğinde başlıyor. Bir gün ailecek otururken kız kardeşlerinin tebeşir ile tahtaya yazı yazdıklarını görünce bir anda tebeşiri sol ayağıyla kapıp o da tahtaya bir şeyler yazmaya çalışıyor. Herkes şaşırıyor tabi. Bu durumu fark eden annesi ona tüm harfleri öğretmeye başlıyor. Ardından kelimeleri...

Eski püskü bir arabanın onun için ne kadar önemli olduğunu, dış dünyaya açılmasında nasıl önem taşıdığını ve yokluğunda ise kendisinde bir sorun olduğunu düşünmesine sebep oluşunu görüyoruz. Çünkü araba olmadığı için artık kardeşleri onu her yere götüremiyor. Dolayısıyla neden evde kalmak zorunda kaldığını sorgulamaya başlıyor. Sonrasında keşfettiği yeni yeteneği ile hayata daha sıkı sarılan karakterimiz bu kez de bu bağımlılığı sebebiyle sosyal hayattan kopuyor. Ama hayatında giren insanlar onu karanlığa gömülmekten kurtarıyor. Büyüdükçe yaşadığı fikir ayrılıkları, ailedeki herkesin artık kendilerine ait bir hayatları olması sebebiyle yaşadığı yalnızlık hissi, ardından açlığını bastıracak olan tek şeyin yazmak olduğunu keşfetmesiyle yeni bir dünyanın kapıları aralanıyor onun için. Çıktığı ilk uzun yolculuk, gördüğü yeni dünyaların heyecanı, ardından gelen yoğun eksiklik, hayattan mahrum kalma hissi ve belenmedik anda gelen umut...

Kitabın dilini çok beğendim. Çok akıcı bir üslubu var yazarın. Karakterimizin yaşadıkları üzücü olsa da kitapta fark ettiğim başka bir şey var. 1950lerde ki aile ortamı... Özellikle çocukluk dönemi... İtişip kakışan, yardımlaşan, birlikte dolaşan, birbiriyle dalaşan, destek olmaktan çekinmeyen kocaman bir aile.  Okurken şimdiki çocukların neden bu kadar yalnız hissediyor oluşunu anlamak mümkün. Çünkü imkanlar ve gelişen teknoloji insanı yalnızlaşmaya mahkum ediyor. Karakterimizin yaşadıklarını kendi ağzından çok fazla dramatize edilmeden okuyoruz. Bu nedenle ayrı bir sevdim kitabı. Yazar duygu ve düşüncelerini öyle güzel anlatmış ki, kitaptan çok fazla alıntı yaptım 1000kitapta. Buraya da ekliyorum.

  • Bütün bu küçük gezilere gitmek büyük bir zevkti. Erkek kardeşlerim beni gezdirirken insanlar bazen durup bana bakarlardı, ama ben bundan dolayı üzülmezdim çünkü bana neden baktıklarına dair hiçbir fikrim yoktu. İnsanların geçerken böyle komik bir şekilde bana bakmalarına yol açanın, bir yerlerde bir sorun olduğuna ve sorunun benimle ilgili olduğuna dair, zihnimin derinliklerinde gizlenen bir düşünce vardı belki de. Yine de bu garip bir düşünceydi ve beni korkutuyordu, böylece bunu tam anlamıyla düşünmemeye çalışıyordum. Sadece mutlu olmak ve erkek kardeşlerimin de benim mutlu olduğumu görmelerini istiyordum.
  • O zaman tam on yaşında, yürüyemeyen, konuşamayan, kendi kendine yemek yiyip giyinemeyen bir çocuktum. Çaresizdim, artık ne kadar çaresiz olduğumu fark etmeye başlamıştım. Hakkımda hâlâ hiçbir şey bilmiyordum: diğerlerinden 'farklı' olduğum gerçeği dışında hiçbir şey bilmiyordum. Beni neyin farklı kıldığı hakkında veya neden böyle olduğum hakkında hiçbir fikri yoktu. Sadece, koşamadığımın, futbol oynayamadığımın, ağaçlara tırmanamadığımın, hatta kendi kendime yemek bile yiyemediğimin farkındaydım. Bunu anlamlandıramıyordum. Bununla ilgili net bir şey düşünemiyordum bile. Sadece derinlerde bir yerde, keskin bir bıçağın, çocuk aklımın bütün hayallerini ve güzelliklerini oyup, parçalara ayırdığını, sakat olduğum gerçeğini örtülemeyecek kadar çıplaklaştırıp, beni güçsüz kıldığını hissediyordum. O zamana kadar kendim hakkında düşünmemiştim, doğru, diğerleri gibi olmadığıma dair belirsiz bir düşünce bazen aklıma gelip gider ve beni rahatsız ederdi. Fakat güzel şeylerin ışıltısı içinde koyu bir lekeyi andıran bu düşünceyi çabucak unutmaya alışmıştım. Erkek kardeşlerimle futbol oynamaya gider, kendimi keşfetmeyi sürdürmediğim zamanlarda az da olsa eğlenirdim. Ama şimdi durum daha farklıydı. Artık her şeyi, eğlence ve merakla dolu küçük bir çocuğun gözleriyle değil de bir sakatın, kendi kaderini keşfetmiş bir sakatın gözleriyle görüyordum.

  • Annem deniyor ama denediği hiçbir şey beni rahatlatmıyordu, o eski mutlu olan mutlu çocuğu, hiçbir şey geri getiremiyordu. O artık yoktu. Onun yerine sinirleri kırık bir cam parçası gibi keskin ve telgraf telleri gibi gerilmiş, sinirli, sessiz, koca gözlü bir yaratık vardı.
  • Annemin gitmesiyle sanki evin üstüne ölü toprağı serpilmişti. Bu bir saatin içini çıkarıp, akreple yelkovanı hareketsiz ve güçsüz bırakmak gibi bir şeydi.
  • Değişiyordum… O sıralar bunun farkında değildim; ama beni mutsuz eden şeylerin bazılarını unutmak ve yeniden mutlu olmak için yeni bir yol bulmuştum. Her şeyden önemlisi kendimi unutmayı öğrenmiştim. 
  • Acıma duygusu dışındaki başka şeylere, samimi insanların şefkatinin en güçsüz kalbe bile verebileceği 'güce' ihtiyacı olan benim gibi biri için, sadece basit bir acıma dolu bakışın ne kadar üzücü ve ezici olduğunu o anda anladım.
  • Çocukluğun bittiğini biliyordum. O gün arka bahçede bir çocuk bana acı dolu bir bakış fırlattığında, geleceğimin belirsizliğini ve umutsuzluğunu görmüştüm.
  • Artık kendimden daha fazla kaçamıyordum, bunun için çok fazla büyümüştüm. Binlerce şekilde, günler geçtikçe ve ailem tek tek büyüyüp bana kendi kendini geçindirecek birer yabancı halini aldıkça, kendi var oluğumun kısıtlamalarını, sıkıcılığını ve korkunç darlığını anladım ve gördüm. Etrafımdaki her şey canlılık, çaba, büyümenin işareti gibiydi. Herkesin yapacak bir şeyleri vardı, onları meşgul edecek, zihinlerini ve ellerini canlı tutacak bir şeyler. Hayatlarını bir bütün yapacak ilgi alanları, aktiviteleri ve amaçları vardı; tüm bunlar enerjilerine doğal bir kaynak ve doğal bir ifade ortamı sağlıyordu. Benimse sadece sol ayağım vardı. Hayatım, yüzüm duvara doğru dönük, dışarıdaki büyük dünyanın seslerini ve hareketlerini duyan kardeşlerim ve tanıdığım diğer insanlar gibi hareket edip, dışarı çıkıp, kendi yerimi alamadığım sıkıcı bir köşeye benziyordu. Sadece bir oluk boyunca aynı şeyleri düşünerek, aynı şeyleri hissederek ve aynı şeylerden korkarak hareket ediyormuşum gibi hissediyordum. Hayal kırıklığıyla dolu çabalar ve küçücük düşünceler dışında hiçbir şeyim kalmamıştı.
  • Annem içimde gittikçe büyüyen acılar olduğunu biliyordu, büyüdükçe yaşamdaki yerimi daha çok hisseder olduğumu anlıyordu, bu gerçeği az da olsa yumuşatmaya, kendi gücünü ve heyecanını bana vermeye çalışıyordu, bütün bunlar onun inandığı gibi sadece yalnız olmadığımı göstermekten ibaretti. 
  • Sonunda düşüncelerimi kelimelere sığınarak ifade etmeye başlamıştım, kısa bir süre içinde, bunlar sadece kelime olmaktan çok düşüncelere ve bağlantısız şekillerden çok ifadelere dönüşüyordu. 
  • Bilincim geliştikçe vücudumun daha fazla farkına vardım ve bu iş, kusurlarım hakkındaki bilgim bana fiziksel acı verene kadar sürdü. Hayatımda yeni bir gün diye bir şey yoktu, her gün bir öncekinin sadece bir tekrarıydı, değişiklik veya değişiklik umudu olmaksızın. 
  • Çocukluğumda oyun oynadığım çocuklarla oluşturduğum bütün arkadaşlık bağlarımın, yetişkinlik uçurumuyla bozulduğunu fark ettiğimde zihnime bir acı saplanmıştı.
  • Hayatımda bir amaç, bir değer olsun istedim ama bunların hiç biri yoktu. Boş ve anlamsızdı. Kendimi neşesi bitmiş hissediyordum, bulamayacağım bir şeyi arıyor veya ulaşamayacağım bir şeye ulaşmaya çalışıyor gibiydim.
  • İlk görevimin kendimi aşmam olduğunu ve gerçek savaşın daha yeni başladığını biliyordum.
  • Çünkü hâlâ hapishane parmaklıkları ardındaki 'tutsaklığım' sırasında geçmişte hissettiğim acı ve kederin yerini, ihtimali yüksek kurtulma şansıyla zincirlerimi kırmaya çalışırken ki çabalarımın almış olduğunu fark ediyordum. Artık zeki insanların 'uyanış' ve 'aydınlanma' dedikleri şeyin altında saklamaya çalıştıkları acıyı hissediyordum.
  • Zamanla, normal bir yaşam sürmek için veya en azından daha bağımsız bir yaşam için kendimin üstesinden gelebilirdim. Ama içimde her zaman özlem duyduğum, resmi asla tamamlayamayacak veya bir yapbozun son parçasına ulaşamayacak bir şeylerin derinlerde yattığını biliyordum. Bir parçası mutlaka eksik kalacaktı.
  • Asla diğer insanlar gibi olamayacaksam, en azından kendim gibi olacağım ve kendim gibi olmak için elimden geleni yapacağım.
  • Bize acı veren sadece kaslarımız ve gövdelerimiz değildi; bazen zihinlerimiz ilgiye çarpık kollarımız ve bacaklarımızdan daha çok ihtiyaç duyuyordu.
  • Yazmak ölümsüz olabilir ama sesin yaptığı gibi iki insan arasındaki boşluğu doldurmada bir köprü oluşturamaz.


25 yorum:

  1. Bir annenin inancının, sevgisinin ve pes etmeyişinin öyküsüydü benim için bu kitap. Kahramanımıza ışık olan şeydi annesi. Dramatize edilmeden hikayenin anlatılışı bence de hoştu.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kesinlikle bir annenin azmi dünyaları değiştirebiliyor. O nedenle finalde annenin takdir edilmesi çok hoşuma gitti. :)

      Sil
  2. Bu kitabı okumayi ben de cok istiyorum, cok guzel tafsilatli bir yazi hazirlamissin emeğine sağlık

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Beğenmenize sevindim. Şimdiden keyifli okumalar. :)

      Sil
  3. kitabını ingilizce okumuştum filmi de güzeldi, çok güzel bir seçim yapmışsın :) yaaa bayağı kişi yazdı beş altı olduk galiba en son da kozmo kitap yazmış :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Benimle birlikte sekiz kişi yazdı şimdilik. Pazara kadar bekleyeceğim belki yazmak isteyen olur diye. Kitabı çok beğendim. Ya beğenmezsem diye filmine göz atmaya korkuyorum açıkçası. :)

      Sil
  4. Yıllar önce okumuştum bu kitabı. Şimdi yorumunuzla tekrar hatırlamış oldum 😍

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Unutulacak bir kitap değil. :) Ben de uzun yıllar boyunca unutmayacağımı düşünüyorum. :)

      Sil
  5. Okumak istediğim bir kitap tanıtım için sağolun.

    YanıtlaSil
  6. Ben de beğendim kitabı. Şuan henüz taze olduğu için filmi izlemeyi düşünmüyorum. Aradan biraz zaman geçsin hatırlama amaçlı izlerim muhtemelen. :)

    YanıtlaSil
  7. Kitabı çok görüyorum, merak ediyordum. :) Güzel bir inceleme olmuş, alıntılar insanın içini burkuyor. Bazı insanların hayatları çok zor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kitapta yazarın yaşadığı zor hayata rağmen duygu ve düşüncelerini acındırmadan aktarması kitabı daha sevilesi kılıyor.

      Sil
  8. İnsanın iç dünyasını anlatan her kitap, film, oyun, şiir ya da şarkı ilgi uyandırıyor. Çünkü o yolla insan kendi iç dünyasına da bir yolculuk yapıyor. Ellerini kullanamayınca ağzıyla veya ayaklarıyla resim yapan, yazı yazan kişiler var. Büyük bir irade, azim ve çaba işi.
    Kitabı duygulanarak okumuştum. Alıntılarınız çok detaylı ve açıklayıcı.
    Teşekkürler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bazı kitaplar hissettiğimiz ama bir türlü adını koyamadığımız duygu ve düşünceleri kesfetmemizi sağlıyor. :)

      Sil
  9. Bu kitap aklımdaydı bir vakitler ama unutmuşum, güzel oldu hatırlamak.

    YanıtlaSil
  10. Çok güzel bir yazı olmuş. Aradaki alıntılı resimlere bayıldım. Çok şık duruyor. Bu kitaptan bizim evde 2 tane var. Biri hediyeleşme etkinliğinde gelmişti diğerini de kardeşim almış. Sürekli gözümün önündeler o yüzden. İnsana ilham veriyor, mucize ve azim hissi aşılıyor. Ellerinize sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Beğenmene sevindim. Çok güzel bir kitap. Bahsettiğin gibi insana ilham veriyor. :)

      Sil
  11. Ortaokuldayken sınıf kütüphanesinden alıp okumuştum, o kadar etkilenmiştim ki üstünden yıllar geçmesine rağmen eski odamda okuduğum ve duygulandığım anları hatırlıyorum hala. Bu ayın teması için harika bir seçim yapmışsın bence, ellerine emeğine sağlık:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Beni de çok etkiledi. Uzun yıllar boyunca hatırlayacağıma eminim. Bazı kitaplar insanda unutulmaz izler bırakıyor. Beğenmene sevindim.

      Sil
  12. Çok güüzel bir tanıtım olmuş. Bu ay kitap tanıtımları beni çok çekti nedendir bilemedim. Ellerine sağlık

    YanıtlaSil
  13. alıntılar bile gözlerimin dolmasına sebep oldu sanırım okuyamam ama iyi bir kitapmış güzel tanıtım olmuş eline sağlık

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aslında üzücü bir hikaye olsa da karakter kesinlikle acıtasyon yapmıyor. Bu nedenle okuması kolay bir kitap. :)

      Sil

Tasarlamak gerçek bir şeydir; açığa vurulmuş düşler denenmiş demektir.
(İnci - John Steinbeck)

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...