Sayfalar

27 Temmuz 2023 Perşembe

Kaosa Mütevazı Bir Katkı - Murat Menteş (Kitap Tanıtım ve Yorum)

Murat Menteş in; Ruhi Mücerret, Korkma Ben Varım, Dublörün Dilemması kitaplarını geçtiğimiz senelerde okumuştum. Antika Titanik kitabını yarım bırakmıştım. Murat Menteş, yazım dili ve betimlemeleriyle severek okuduğum bir yazar. Tuhaf diyebileceğimiz olay örgüsünde bir miktar fantastik öğelere yer vermeyi seviyor. Aynı zamanda eğlenceli ve ilgi çekici karakterleri ile kendine bağlamayı başarıyor. Kitaplarından pek çok alıntı yapmıştım okurken. Pek çoğunu sevsem de favorim her daim Korkma Ben Varım kitabından; ''Kuşlar göğü terk etmiş. Onlar da bizim gibi canlarını kurtarmak için kafeslere sığınmış olmalılar.'' olacak muhtemelen. Murat Menteş in dilinin ağır, cümlelerinin uzun olduğunu hatırlatmak isterim. Herkese hitap etmez ama bir alışınca bulmaca çözer gibi cümlelerin anlamını çözmeye çalışmak eğlenceli bir oyuna dönüşüyor.

Murat Menteş, bir imza gününde 2001 yılında basılmış deneme yazılarından oluşan Kaosa Mütevazı Bir Katkı kitabı hakkında; "Bunlar sağlıklı bir aklın yazdığı şeyler değil, şu çocuğun (eliyle kendi oğlunu göstermişti) yaşlarındaki bir aklın ortaya çıkardığı bir kitap, o kitapta yazılanların arkasında dursaydım zaten tekrar baskı yapardım," demiş. Yani kısacası yazarla tanışmak için doğru kitap değil.

 Kitaptaki bazı eleştiriler uçarı sayılır. Her ne kadar insanların memnuniyetsizliklerinden bahsediyor olsa da güzellik ve beden algısı hakkında yazdıkları kabul edeceğim şeyler değil. Öğretmenler-eğitim, tıp-doktorlar hakkında da ağır konuşuyor -ki yazının başında yazdıklarından memnun olmadığını ve kitabın basımını durdurduğunu dile getirmiş kendisi de-. Teknolojinin artmasıyla eşit oranda azalan sabır ve tahammül sebebiyle günümüz evliliklerinin ayakta kalmakta zorluk çektiği söylüyor. Başörtüsü yasağının aslında kitlesel bir gasp olarak kabul edilmesi gerektiğinin altını çiziyor.

 Medya ve sebep olduğu tüketim çılgınlığı, reklamın kitleleri etkileme gücü ve bu güçle mazlumu zalim göstermenin çok kolay olduğundan bahsediyor. Misal;

''Ruanda’da Hutular’ın yaklaşık 1 milyon Tutsi’yi katlettiği (1994) soykırım haberleri dünya medyasına mayıs ayında yayınlanmaya başlandı; halbuki katliam nisanın ilk günlerinde başlamıştı fakat herkes Cannes Festivali'yle filan meşguldü. Bazı yayın organları da Ruanda 'daki cesetlerin üzerini, Bosna’da ölenlerle örtüyordu yani bir felaket bir başka felaketle gizleniyor ve böylece herkesin habersizliğine dayalı yepyeni bir felaket doğmuş oluyordu. Salgın hastalıklar ve mermiler arasında sıkıştırılıp can veren, kafaları ve gövdeleri parçalanarak ıslak parçacıklar halinde çevreye saçılan yüzbinlerce mazlumu kurtarmak, kokularıyla ünlü Fransızların işiydi. Fransız askerleri, kurbanları korumak için bölgeye operasyon düzenlediler. Tv haberlerinde ve gazetelerdeki görüntülerde dermansız kalmış, kahırlı bir yorgunlukla yıpranmış kişilerin yanında Fransızlar'ın yer aldığı belgeleniyordu. Daha sonra bu kimselerin kurban değil, öldürmekten bitap düşmüş cellatlar oldukları ve nam.ssuz Fransız birliklerinin de Hutular'ı korudukları ortaya çıktı! Yalan her zaman tehlikelidir fakat Fransızca söylendiğinde daha da tehlikelidir!''

Aşağıda göreceğiniz gibi çok fazla alıntı yaptım. Zaman ayırıp alttaki alıntıları okuyabilirseniz kitabı okumuş kadar olursunuz. :)

  • Militanca bir hırsla dünyaya kazık çakmaya uğraşırken Mars’taki sessizlik kulağımıza hoş gelir ve uzaydaki çıkarlarımızı hesaplarken bilgisayar yardımına başvururuz. Tevafuktan kaçarkene felakete toslayacağımızı aklımıza getirmediğimiz için eşyaya uygunsuz sıfatlar yakıştırarak frapan imajlar oluşturur ve bu arada kendi görüntümüzün silikleşmesine göz yumarız. Sağlam, kalıcı ve başedilmez görünsün için ‘gayrimenkul' deriz, pasta gibi dilimlenmiş arazilere, pasta gibi kat kat yapılmış ve artık gök cismine benzeyen binalara.
  • Ayaklarımızı yerden kesebilmek için ürettiğimiz arabalar, bize adım atacak yer bırakmadığında Mars'a göç edeceğiz ne de olsa.
  • Hak değil çıkar gözeten bir bencilliğin toplumun iliklerine işlediği önyargısının motive ettiği sosyo-politik ezicilik, medyatik söylemin hunharlığına da geçerlilik kazandırır. “Bir sinekle bir devlet adamı arasındaki benzerlik nedir?” sorusunun cevabı 19. yüzyıldan hazırdır: “İkisini de gazeteyle öldürebilirsin!”
  • Haksızlık karşısında susmak, şeytanın yakın akrabaları arasına katılmaktır ve/fakat konuşarak haksızlık etmekten de kaçınabildiğimiz ve dilimizi düzeltmeden elimizden hiçbir şeyin gelmeyeceğini, belimizi doğrultamayacağımızı kavradığımız ölçüde şeref kazanırız.
  • Kelle koltukta cenk etmek için hiçbir haklı  gerekçesi bulunmayan çünkü haklılığın bir gerekçe sayılmadığı çağımızın beyni deterjan reklamlarıyla yıkanmış bireyleri, koltuğa ‘gömülmüş’ gövdelerinin üzerindeki kuru kafalarıyla, toplumda kendilerine yer açmayı başarmış teneşir kargalarını andırıyorlar.
  •  En yeni dedikoduların [gıybet kelimesinin yerine geçen bu efemine lakırdı manevi terörün, gerizekalılığın kasvetinin ve çirkinliğin diktatoryasının motorunun adıdır] aktarıldığı tv programları ve gazete sayfaları, varoluşlarını bir dedikoduya indirgemiş tüketicilere yöneliktir.
  • İletişim ve ulaşım araçlarının sindirici, susturucu ve aptallaştırıcı etkilerinin boyutları o derece büyüdü ki, cep telefonu kullanmanın henüz yaygınlaştığı ve abartılı bir prestij göstergesi sayıldığı günlerde bazı yoksul vatandaşlar, soygun esnasında oyuncak tabanca kullanan hırsızlar gibi, gerçek izlenimi uyandıran plastik [yani sahte] cep telefonları taşıdılar yanlarında: İşte medyanın reformlarla sofistikeleştirdiği putperestlik yorumu.
  • Eski eşyalar satılan bir dükkanın kapısında “Burada çamaşır ütülenir” yazılı bir tabela asılıdır. Bekar bir moruk, çamaşırlarını toplayıp getirir. Büyük hata! Tabela satılıktır! Medyanın içeriği ile maksadı arasındaki bağlantı bu hikayedeki gibidir: Sağ gösterip, solu da gösterip dil çıkaran medyanın kuru gürültüsü; nasihat kılığına girmiş musibet, tabiatı kılığına girmiş kurt ya da vaiz kılığına girmiş kola şişesini andırır.
  • Haber bültenlerinde her gün, komşusunu doğradıktan sonra parçalarını balkona serip güneşte kurutarak kışa hazırlık yapan tırlak apartman sakinlerinden filan bahsedildiğini göz önüne alırsak, toplumsal güvensizliğin körüklenmesinin kime yaradığını görebiliriz. Medya, sosyal ilişkileri bozuk insanların çoğalması için çalışır; bu sayede korkaklaşan, tedirginleşen kitlenin uysal, itaatkar, mıymıntı, pısırık, budala ve nev-rotik yaratıklar haline gelmelerine yol açar.
  • Bir otomobil gezintisinden alınan zevk bile, kilometre göstergesi, ulaşılan hız ve tüketilen benzinle ölçülür; şık giyinmek, giysilerin markası ile açıklanır; güzel saçlara sahip olmak, kullanılan şampuana ve ne sıklıkta kullanıldığına bağlanır; entelektüel kimlik, okunan gazeteden bağımsız bir biçimde belirlenemez ise insanlar fiyatlandırılmış ama epeyce de ucuzlamış zırh ya da transparan kabuktan ibaret demektir. 
  • Medya kulakları sağır, gözleri kör eden şiddetiyle, hain seslerin yükselmesini engeller. Bu bakımdan gazete kağıtları ve ‘beyaz cam’ ses geçirmez bir duvar gibidir.
  • Cinayet mahallinde açık televizyonların bulunduğu ve cesetlerin gazetelerle örtüldüğü bir dünyada yaşamak kimseye acıklı gelmiyor; hayatımıza baştan sona yayılan ironik acziyet katmerleniyor.
  • Diyelim televizyonda üzerine iguana fotoğrafı basılı tişörtlerin reklamı yapılıyor. İguanalı tişörtü giyen her kimse tişörtün reklam malzemesidir artık. ... İnsanlar şu veya bu markayı kullanmakla kişisel değersizliklerini inkara yeltenerek itiraf ediyorlar.
  • Metalaştırılan farklılık ve yozlaştırılmış gerçeği satın almak için can atan burjuvaların gündeminde Benetton reklamlarının hatırı sayılır bir yeri vardır: Elinde bir insanın uyluk kemiğini tutan paralı asker Benetton’ın emrindedir! 1992 yılında tecavüz ettiği siyahi bir genç kızı öldürdüğü için idama mahkum edilen ‘beyaz’ Jeremy Sheets, 1000 $ karşılığında Benetton reklamında rol aldı. Kalite hiçbir şeydir, istismar ve taciz her şey'.
  • Esasen, kapitalist ekonomi, ihtiyaca muhtaçtır da, tüketici yaftası yapıştırılmış bireye vaziyet çaktırılmaz. 
  • Teknoloji, sıradanlığı geliştiriyor ve kitleselleşen bayağılık, tuhaflığın yeni görünümler kazanmasını sağlıyor.
  • Birey, muhtaç olduğu ürünleri satın almakla bitirecek kudrete asla ulaşamaz çünkü ihtiyaçlar sınırsızdır yani tüketici (ismi lazım değil) daima üste para ödemek zorundadır. Son model bir bulaşık makinesine ihtiyacın varsa ki var [bunu herkes biliyor] aylar önce aldığın eski bulaşıcı makineyi ya da elektrogitarını getir ve üste ‘birazcık’ para ödeyip filan marka bulaşık makinesini götür! Böylece modern bireyin hem evi hem de vücudu sürekli bir şeylerin dolup boşaldığı egzotik bir zımbırtıya dönüşür.
  • Medya, modern dünyanın her noktasına sirayet etmiş bulunan zulmü, kös kös oturarak desteklememizi sağlayan zırıltı mekanizmalarının toplamı olmakla kalmıyor, mazlumluğun kadim/onarıcı potansiyellerini de iflasa sürüklüyor.
  • Otomatikleşmiş gündelik zorbalığın herkesi kendi adına çalışan gizli ajanlara dönüştürdüğü yaşantı piyasasında yazar da okur kadar zan altındadır ve bu ikisinin ilişkisi en ucuzundan bir suça ortak olmak türündendir. Yazar yanlış anlaşılacağına güvenir, okur da kendisi hakkında yeterli delilin asla toplanamayacağına! Sessizce sürdürdükleri gevezelik, risksiz bir heyecan olmaktan öteye gidebilir mi? 
  • Yani doğru söylendiği takdirde belirecek tehlikeyi ilişkinizden uzak tutmak istiyorsanız, inandırıcı bir yalan satın alabilirsiniz; fakat bu defa ilişkiniz, yalan piyasasındaki imkanlara ve sizin satın alma gücünüze bağlı hale gelecektir. 
  • “Bir yalanı yutarsanız, peşinden gelen her şeyi yutmak zorunda kalırsınız” diyen Ralph Waldo Emerson, medyanın kuruttuğu bir sevgi kaynağı olan dikkatin ve ustaca boğuntuya getirdiği ahlak ilkesinin boşalttığı yerde dal budak salan 1 yalanın üreme hızını gereğince vurgulamış işte.
  • Teknolojinin, konuşmayı kelimelerden ziyade görüntülerle aktarılır hale getirmesi, anlamın yükünü sözden ayırıp görüntüyle nakletmesi, algılama ve kavrama tarzında negatif bir devrimdir.
  • Medyanın göz önündeki basitliği, izleyicilerin ve bilhassa mazlumların istifadesine bütünüyle kapalı, çözülmesi güç bir karmaşanın hizmetindedir.
  • Yalan; ekonomik bir zorunluluk, politik bir silah, sanatsal bir gereklilik, medyatik bir yöntem, cinsel bir bahşiş ya da toplumsal bir alışkanlık olarak meşruiyet kazandığı anda güçsüzlüğün ve suçun üreme koşulları yerine getirilmiş demektir. Artık her ilişkide bir skandal, her yardım da bir tehdit ve her iddiada bir ihanet virüsü hüküm sürer. Riya, cinayeti (zulmü) her gördüğü yerde gözlerini yumarak selamlar.
  • Görüntünün anlamdan çok ama çok daha hızlı hareket etmesinden ve böylece nedenlerin solda sıfır kalarak yitmesinden kaynaklanan bir çılgınlık salgını yaşanıyor. Fütleselleşen iletişim biçimleri, iki kişinin kolaylıkla mutabakat sağlayabileceği hususları kitlenin onayına sunarak kişiselliği [ve de mahremiyeti] murdar ediyor. Fısıldaşmaların anonslardan ayırt edilmesindeki zorluğun, insanların yaşları ilerledikçe artan şımarma ihtiyaçlarının ve gönül gözünün körleşip can kulağının sağırlaşmasının kökeninde modern iletişim biçimlerinin, içeriği geri plana itmesi yatmaktadır.
  • Koşarken, tabelalar dışında hiçbir şey okumuyorum. Hiçbir yazar da koşarak yazmıyordur sanırım.
  • Herkes kendi mezarını kazarsa bütün çirkefi örtme imkanı doğar.
  • Her eylemimize bir eğlence niteliği kazandıran teknolojik donanımların sağladığı hız da zamanı ve giderek sonsuzluğu törpülüyor ya da başka bir deyişle dejenere ediyor.
  • ...mübalağa bir sanattır ve kavrayış gücünü artırır.
  • Ünlenen isimlerle bu isimlerin sahipleri arasındaki irtibat ortadan kalkar ve ikisi de ayrı hayatlar yaşamaya başlar; bu kaçınılmazdır. Anonim kitlenin hayranlığı veya düşmanlığı asla isimle kişinin birbiriyle bütünleşmesine izin veren bir yaklaşım içermez.
  • Yılışıklıkla yenilgi, ilgisizlikle edepsizlik, cehaletle suç birinci dereceden akrabadır. Doğrunun ve yanlışın, güzelin ve çirkinin, iyinin ve kötünün ötesinde kurulan pazarın lanetinden uzaklaşmamızı sağlayabilecek tek araç olan eleştiri, düşünsel dayanışmanın merkezinde yer alır.
  • Bir ülkenin vatandaşı olmakla kayıtlı kazançlar, giysi kumaşı üzerinden yürütülen bir ırkçılıkla gasp ediliyor: Üniversite mezunu bir vatandaşın, saçlarını gözlerden gizlemesi gerekçe gösterilerek okula alınmaması ve diplomasının (nezaket dolu bir takdir ve tebrikle ya da resmî bir yalıtkanlıkla) kendisine takdim edilmemesi tam anlamıyla gasptır.
  • Dostunu tanımadan, düşmanıyla tanışmadan yaşarken çürümenin melodisine kendini kaptırmış ılımlı bireylerin bünyesi ciddiyeti kaldırmaz.
  • Akıbetimizin ölümcül niteliğine duyarsızlığımız, modern kargaşayla desteklenen kayıt dışı bir ‘anlaşmayla’ korunmaktadır. Ölülere yönelik törensel hizmetler, kitlesel yas jestleri/mimikleri, şatafatlı ritüeller, iade-i itibar mavalları ve hatta 'anısını’ ödüllendirmeler filan her-şeyden önce ölen kişiye verilen sus paylarıdır: Ölülerin söz hakkı, eğlenceyi andıran acıklı bir yaygara ile gasp edilmiştir. Bir akrabamızın ya da ahbabımızın ölümü bizi nasıl da sarsar; oysa Azrail’in işi artık bizimledir ve bize ondan daha yakındır!
  • Yaşadığımız hayat, söylediklerimizin anlaşıldığını görüp ferahlayabileceğimiz kadar uzun değil artık. Ciddi olduğumuzu ispatlayabilmemiz için ölmemiz gerekiyor. ... Frenleri tutmayan bir araç, taşıt trafiğine heyecan katma gücünden çok şey kaybetti fakat yine de ölüler, ciddiyet nöbetini birbirlerine devrederken sorun ‘yaşamıyorlar’!
  •  Halbuki öğrenmeyi [hele de anlamayı] öğretimle karıştırmak, eğitimi ilerlemeyle derecelendirmek, yeterliği diploma ile belgelemek, yeni bir düşünceyi ortaya koyabilmeyi akıcı konuşmayla bir tutmak... okulun insanı seri üretilen bir fabrika mamulüne çevirmesinden kaynaklanan yanılgılardır.
  • Mesela selamlaşırken kullanılan sözcüklerin anlamını sahiplenmemek dolayısıyla rast gelinen herkese bol keseden alelade bir biçimde selam vermek; selamlaşan kimselerin birbirlerinin selameti bakımından vazgeçilmezlik arz etmeyişleri, alışkanlık virüsünün sosyal bünyeyi kanser ettiğinin işaretlerindendir.
  • Etiyopya’da her gün 500 kişi açlıktan ölüyor ama modern ulaşım ve iletişim araçlarının hızı o insanlara yardım götürme düşüncesinin zihnimize ulaşmasına bile yetmiyor. Sevgisiz bir barış ve nefretsiz bir savaşın bir arada yürüdüğü hayat, ölümcül bir spor haline geldi. Haklı olma çabası mana ve ehemmiyetini yitirdiğinden midir nedir, haksızlığa uğramak kimseyi şaşırtmıyor. Dikkatler dağınık; aksi takdirde açgözlü bir kör gibi davranmak imkansızlaşırdı.
  • Düşlemek, düşülebilir yüksekliği kavramaktır. Anlamayı dışlayan bir öğrenmeyse, düşlemenin yerine düşüşü koymaktır.
  • Kelimeler, birbirleriyle ilişkilendirilişlerinden çıkan sonuç her ne ise ona sadık olma eğilimindedir. Hiçbir kelime iki ayrı cümlede aynı kıyafetle yer tutmaz. 
  • Yirminci yüzyılda yaşlılık; olgunluk, tecrübe, bilgelik gibi mühim kazanımlar içeren saygın bir mertebe olmaktan çıkarılıp, kronik bir rahatsızlık hali/süreci olarak tanımlandı.
  • ...toplumsal kurallara riayet, tarih yazmak ya da tarihe geçmek için elverişsizdir çünkü zafere giden yolda uygun adım yürünmez.
  •  "Kemikleşmemek fakat sağlam olmak; görev başında [hazır] olmak fakat yerinde saymamak; esnek olmak fakat yamulmamak; aslan ya da kartal [gibi] olmak fakat hayvana benzememek; tek yanlı olmamak fakat ikiyüzlülüğe de pabuç bırakmamak...” işte yazarın vazifesi!
  • Göze hitap etmeyen hiçbir şey harekete geçirici bir etkide bulunamıyor artık.
  • .....Söz konusu çiftler hâlâ mutluluk denizinde yüzüyorlar mı, yoksa sudan çıkmış balıklar gibi çırpınıyorlar mı bilmiyorum. Umurumda da değil, hem bana ne? Bendenizi, daha çok, aşkın tanımlanmasına giden yoldaki engelleri aşarken yapılan modern hileler ilgilendiriyor.
  • Kalpte bir kamaşmaya, beyinde parazitlenmeye, gövdede ise karıncalanmaya sebep olan aşkın bir tür delilik olduğu görüşü şairler ve filozoflar arasında yaygındır, çünkü aşk, (kuşkuya yer bırakmayan) kesinlik ve (kuşku yüklü) belirsizlik arasındaki her türlü ayrımı kronik bir biçimde minikleştirir. Belki bu sebeple aşk öteden beri psikanalizin kapak konusu olmuştur. Şairler ve hikaye anlatıcıları da boş durmamış, aşk hakkında öylesine yüksek laflar etmişler ki, birçok insan yükseklik korkusuna kapılmıştır.
  • Özellikle ‘sevgi’ sözcüğünün 'aşk’ sözcüğü ile aynı anlama geldiğini sananlar, işi sevimsiz kılacaklar Sevgide, seven ve sevilen ayrımı; yakınlık ifadelerinin ret ettiği mesafe; ayakların yere basmasına gösterilen özen yani dahiyane [ya da delice] bir ihlale fırsat tanımayan nazik kurallar yürürlüktedir. Aşkta ise tutkunun verimli vahşeti, şahsiyetimizi hayati bir çekişmeye kışkırtarak varoluşsal pekişmeyi temin eder. 
  • Modern zamanlarda aşkı bir oluş değil bir iş gibi gösterip bir nizamnameye tabi kılarak, hayatın bu merkezi tecrübesini bir tüketim vesilesine indirgemek, medyanın görevlerinden biri oldu. Hiçbir zaman kitleselleşmeyen ve konformizmle bağdaşmayan aşk, kitle iletişim araçları tarafından hayvani bir taşkınlığa dönüştürüldü.
  • Beşerî münasebetlerin çöpçatanca düzenlenişi sonucu aşk doğmadan boğulup çöpe gönderiliyor. 
  • Sakın aşkı tımarhane gardiyanlarına devrettiğimi sanmayın. Kucaklayıcı bir ifadeyle söylersek aşk, hayırlı bir anormalliktir. Bu sebeple toplumsallaşamaz ve kimsenin aşkı kimseninkiyle kıyas kabul etmez.
  • Hegel, “Ciddi bir uğraşı, bir ihtiyaca cevap veren çalışmadır” der.
  • Beşerî münasebetlerin çöpçatanca düzenlenişi sonucu aşk doğmadan boğulup çöpe gönderiliyor. 

    8 yorum:

    1. Şu an okuduğum Katmandu'ya Yol Arkadaşı Aranıyor kitabında da Ruanda soykırımından bahsediyordu. Çok şeyden haberimiz bile olmuyor maalesef. Yazarı hiç okumadım, merak ediyorum. Güzel bir içerik olmuş.

      YanıtlaSil
      Yanıtlar
      1. Maalesef sömürge sistemi yıkılmadıkça bu tür olayların devam edeceğini düşünüyorum. Teşekkürler.
        Murat Menteş le tanışmak için Ruhi Mücerret kitabı daha iyi olabilir. Ölmek isteyip her türlü kazadan sağ kurtulan asırlık savaş gazisi ve genç bir beden eğitimi öğretmeninin hikayesi. Yazar tuhaf bir şekilde az da olsa kurgularına bilimkurgu da ekliyor. :)

        Sil
    2. menteş ve canıgüz kitaplarını okuyorum ama henüz alışamadım yazılarına bu ikisinin :)

      YanıtlaSil
      Yanıtlar
      1. Alper Canıgüz okumadım henüz ama Murat Menteş e ikinci kitapta hemen alıştım. :) Yazım tarzı farklı olduğu için herkesin damak zevkine uygun olmayabiliyor. :)

        Sil
      2. ikisi yakın arkadaş, yazılarını çok benzetiyorum :)

        Sil
      3. O vakit kitaplarına göz atmalıyım. :)

        Sil
    3. Menteş diline alışamadığım bir yazar oldu, bir ara okumayı denedim ama muvaffak olamadım. Belki tekrar denerim.

      YanıtlaSil
      Yanıtlar
      1. Dilinin ağır olduğunu kabul etmek lazım. :) Okuduğum kitapları arasında em kolay okunacak olan Ruhi Mücerret diye düşünüyorum. Neredeyse bir asırlık komik ve zeki bir savaş gazisi hakkında. :)

        Sil

    Tasarlamak gerçek bir şeydir; açığa vurulmuş düşler denenmiş demektir.
    (İnci - John Steinbeck)